KİTAP HAKKINDA BİLGİ
Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez.
Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.
Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.
Kitaptan Akılda Kalanlar
"…bir kadına, zamanında, iş işten geçmeden iyi davranmayı bilmek lazım."
''Cennette, kalbin niyetiyle dilin niyeti birdir...''
''Aslında en iyi aşk, değil tanımak, hiç görmediğin kişiye duyulan aşktır. Körler iyi âşık olurlar mesela.''
İnsan şehirde kalabalık içinde yalnız olabilirdi ve şehri şehir yapan şey de zaten kalabalık içinde insanın kafasındaki tuhaflığı saklayabilme imkânıydı.
Einstein de yoksuldu; hatta fizik dersinden sınıfta kalmıştı, ama üç beş kuruş kazanmak için okulunu asla bırakmamış, kazanan da o ve milleti olmuştu.
''Cennette, kalbin niyetiyle dilin niyeti birdir...''
''Aslında en iyi aşk, değil tanımak, hiç görmediğin kişiye duyulan aşktır. Körler iyi âşık olurlar mesela.''
İnsan şehirde kalabalık içinde yalnız olabilirdi ve şehri şehir yapan şey de zaten kalabalık içinde insanın kafasındaki tuhaflığı saklayabilme imkânıydı.
Einstein de yoksuldu; hatta fizik dersinden sınıfta kalmıştı, ama üç beş kuruş kazanmak için okulunu asla bırakmamış, kazanan da o ve milleti olmuştu.
İçimizden Biri, Orhan Pamuk
Hiç yazar olmayı düşündünüz mü? Sizce kimler yazar olabilir? Ben size söyleyeyim şu an bu satırları okuyan her biriniz, birer yazar adayısınız. Hem de Nobel ödülüne layık görülen bir yazar adayı… Yüzünüzde hafif bir tebessümle bana inanmadığınızı görür gibiyim; ama o da içimizden biriydi ve o yaptı, hem de en iyi şekilde. Orhan Pamuk da bir Robert Kolej mezunu ve kendisini bu hafta sonu 10.’su gerçekleştirilen Kültür Edebiyat Sempozyumu’nda konuk ettik. Bizimle Robert Kolej’deki anılarından tutun romanlarını yazarken nelere dikkat ettiğine kadar pek çok konu içeren keyifli bir söyleşi yaptı.
Öncelikle size biraz onun da bizimle aynı sıralarda otururken yaşadıklarından bahsetmek istiyorum. 1952’de doğan Orhan Pamuk, çocukluğunu Nişantaşı’nda varlıklı bir ailenin çocuğu olarak geçirmiş. Ortaokul ve lise öğrenimi ise Robert Kolej’de tamamlamış. Kendisi Robert Kolej anılarından çokça gülerek bahsediyor. Ona göre lise yılları hep öğretmenleriyle dalga geçerek geçmiş. Hatta öğretmenlerin çoğunluğu oluşturduğu bir sempozyumda “Öğretmen denilince aklıma dalga geçilecek biri geliyor.” sözü damga vurmuş olabilir. Lisedeyken boş zamanlarını yoğun bir şekilde resim yaparak geçiren Orhan Pamuk’un en büyük hayali ise bir gün ressam olmakmış. Bir gün edebiyat öğretmeni Behçet Kemal Çağlar sınıfa girmiş ve onlara “Bir hikâye yazın.” demiş. Ertesi derse geldiğinde ise yazdıkları hikâyeleri teker teker okumalarını istemiş. Bu durum karşısında epey şaşıran ve mahcup olan Orhan Pamuk, ne yapsın eli mecbur yazdığı hikâyeyi utana sıkıla tüm sınıfın karşısında okumuş. Hikâyesi bittikten sonra öğretmeni Behçet Kemal Çağlar, “Gördünüz mü? Çok gerçekçi ayrıntılar!” diyerek Orhan Pamuk’a farkında olmayarak ilk edebi teşvik ve övgü içeren sözleri bahşetmiş. İşte Orhan Pamuk, o gün edebiyatın gücünün herkese söyleyemediğimiz mahcubiyetimizle ortaya çıktığını anlamış. Bir dönem medyanın sıkça manşetlerinde yer verdiği sözlere de açıklık getiren Orhan Pamuk, Robert Kolej’de hiçbir şey öğrenmediğini belirttiği röportajı ile Robert Kolej’i ve buradaki edebiyat öğretmenlerini hedef göstermediğini, asıl amacının Türkiye’deki edebiyat dersi müfredatının eksikliklerini ortaya koymak olduğunun altını çizdi. Ona derslerde işledikleri Divan Edebiyatı konuları çok ağır gelirmiş ve lisede böyle bir eğitim verilmesinin fazla olduğunu düşünüyor. Robert Kolej’den bahsederken laf dönüp dolaşıp Behçet Kemal Çağlar’a geliyordu. Kendisi Behçet Bey’in ona edebiyatın bir zevk olduğunu gösteren hoca olduğunu söylüyor.
Söz lisede işlenen edebiyat konularına ve okutulan kitaplara gelince, Orhan Pamuk her lise öğrencisinin Ahmet Rasim, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Ömer Seyfettin, Nazım Hikmet ve Aziz Nesin gibi önemli Türk yazarların en az bir yapıtı ile tanışmış olması gerektiğini söyledi. Lise öğrencilerine Albert Camus’un Yabancı ve Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway gibi kitaplarının okutulmasının öğrencilerin o dönemde içlerinde yaşadıkları çalkantılı dünyanın sadece onlara özgü olmadığını göstermek adına önemli olduğunu vurgulayan Pamuk, böyle kitaplar sayesinde toplum baskısının birey üzerinde yarattığı izlerin bariz bir şekilde azalacağını düşünüyor.
Robert Kolej’den mezun olan Orhan Pamuk, her ne kadar ressam olmak istese de dedesi ve babasının mühendis olmasından dolayı kendi seçimlerini yaşayamamış. Dedesi ve babası elinin çizime yatkın olmasını da göz önünde bulundurarak ona mimarlık mesleğini uygun görmüşler ve ressam olma hayallerini geride bırakarak İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi almaya başlamış. Fakat bu durum ancak üç yıl böyle devam etmiş. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bırakarak İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik bölümü okumaya başlamış; ancak bu mesleği de hiçbir zaman yapmamış. Yirmi üç yaşından sonra kendini romancı olmaya adayan Orhan Pamuk, romancılık serüvenine 1982’de ilk eseri Cevdet Bey ve Oğulları’nın basılması ile başlamış.
“Yaşar Kemal ‘Her yazarın bir Çukurovası vardır.’ der. Peki, sizin Çukurova’nız neresi?” sorusu üzerine kendi Çukurova’sının İstanbul olduğunu söyleyen Orhan Pamuk, her yazarın belirli bir bölgeyi değiştirerek kendisine hayali bir ülke yarattığını söyledi. Kitaplarını yazarken araştırma yapmaya önem veren Orhan Pamuk, aralık ayında yayımlanan son kitabı Kafamda Bir Tuhaflık’ın en çok araştırma içeren yapıtı olduğunu belirtti. Kitabın başkahramanı Mevlut ve onun tuhaflığından yola çıkarak, kendisinin ve pek çok yazarın kafalarında susmak bilmeyen birer radyo kanalı taşıdıklarını ve sesleri takip ederek sözcüklere hükmettiklerini belirtti. Ona göre herkes, gençken bu sesi daima yanlarında taşır. Zaman içerisinde kimilerimiz bu sesleri en korunaklı kutulara sıkıştırıp kalbimizin derin sularında yok olmaya mahkûm ederiz. Kimilerimiz ise bu sesin cazibesine aldanır ve kendimizi dış dünyadan soyutlayarak o sesle baş başa yaşarız. İşte biz bu insanları deli olarak tanımlarız. Yazarlar ise, bu sesi ölene dek daima korurlar ve gerçek dünya ile bu sesi birleştirerek eserlerine yön verirler. Orhan Pamuk bu sesi kaybetmenin bir yaşlanma belirtisi olduğunu söylüyor. “Sizce yazarlar hep yalnız kişiler midir?” diye gelen bir soruya hitaben Orhan Pamuk, yalnızlığın herkese göre değişen bir kavram olduğunu, insanın büyük bir kalabalık içinde de yalnız kalabileceğini söyledi. Her yazarın yalnız olmadığını; fakat her yazarın hayatında düşüncelerine de çokça yer veren çok iyi bir gözlemci olduğunu belirtti.
Öğrenciler arasından gelen bazı sorular üzerine, edebiyatın çok zevkli bir uğraş olduğunu ve yazarlığın onu çok mutlu ettiğini söyleyen Orhan Pamuk’un ileride yazar olmak isteyenlere verdiği en önemli tavsiye ise yazma fikirlerini kendilerinden tam emin olmadan ve yapmak istediklerini deneyip de yapabildiklerini görmeden kimse ile paylaşmamaları yönünde oldu. Edebiyatın gün geçtikçe önem kazandığını; fakat Türk romancılığının dünyada iyi bir yer edinmesinin kolay olmadığını ve yıllar alacağını söyledi. Türkiye’de yazara ve ortaya koyduğu yapıta gerekli önem verilmediğinden bahseden Orhan Pamuk, edebiyatla uğraşarak Türkiye şartlarında karın doyurmanın neredeyse imkânsız olduğunu belirtti. Orhan Pamuk’un şansı ise ailesinin maddi imkânlarının güçlü oluşu ve bundan güç olarak istediği mesleği yapabilme fırsatıymış.
Yani demem o ki o yaptıysa biz de yapabiliriz. O da bizimle aynı yollardan geçti, her gün o da arkadaşları ile sohbet etti, öğretmenlerini çekiştirdi, baharın gelmesi ile kendini kampüsteki çimlerin üzerine attı, aynı sıralarda ders gördü, yanlış seçimler yaptı ve o seçimlerinin sonuçlarını yaşadı; ama inandı ve kalbinin sesini dinledi. O ses bir gün onu dünyanın pek çok yerinde bilinen, kitapları takip edilen ve Nobel Ödülü’nü kazanmaya layık bir yazar yaptı. Yeter ki inanın ve kalbinizin sesini dinleyin... Son olarak bize vakit ayırdığı ve bu keyifli söyleşi sayesinde bize kattıkları için Robert Kolej ailemizin bir ferdi olan Orhan Pamuk’a da yürekten gelen, küçük bir tebessüm ile teşekkür etmeyi unutmayın!
Melisa OĞUZ
Öncelikle size biraz onun da bizimle aynı sıralarda otururken yaşadıklarından bahsetmek istiyorum. 1952’de doğan Orhan Pamuk, çocukluğunu Nişantaşı’nda varlıklı bir ailenin çocuğu olarak geçirmiş. Ortaokul ve lise öğrenimi ise Robert Kolej’de tamamlamış. Kendisi Robert Kolej anılarından çokça gülerek bahsediyor. Ona göre lise yılları hep öğretmenleriyle dalga geçerek geçmiş. Hatta öğretmenlerin çoğunluğu oluşturduğu bir sempozyumda “Öğretmen denilince aklıma dalga geçilecek biri geliyor.” sözü damga vurmuş olabilir. Lisedeyken boş zamanlarını yoğun bir şekilde resim yaparak geçiren Orhan Pamuk’un en büyük hayali ise bir gün ressam olmakmış. Bir gün edebiyat öğretmeni Behçet Kemal Çağlar sınıfa girmiş ve onlara “Bir hikâye yazın.” demiş. Ertesi derse geldiğinde ise yazdıkları hikâyeleri teker teker okumalarını istemiş. Bu durum karşısında epey şaşıran ve mahcup olan Orhan Pamuk, ne yapsın eli mecbur yazdığı hikâyeyi utana sıkıla tüm sınıfın karşısında okumuş. Hikâyesi bittikten sonra öğretmeni Behçet Kemal Çağlar, “Gördünüz mü? Çok gerçekçi ayrıntılar!” diyerek Orhan Pamuk’a farkında olmayarak ilk edebi teşvik ve övgü içeren sözleri bahşetmiş. İşte Orhan Pamuk, o gün edebiyatın gücünün herkese söyleyemediğimiz mahcubiyetimizle ortaya çıktığını anlamış. Bir dönem medyanın sıkça manşetlerinde yer verdiği sözlere de açıklık getiren Orhan Pamuk, Robert Kolej’de hiçbir şey öğrenmediğini belirttiği röportajı ile Robert Kolej’i ve buradaki edebiyat öğretmenlerini hedef göstermediğini, asıl amacının Türkiye’deki edebiyat dersi müfredatının eksikliklerini ortaya koymak olduğunun altını çizdi. Ona derslerde işledikleri Divan Edebiyatı konuları çok ağır gelirmiş ve lisede böyle bir eğitim verilmesinin fazla olduğunu düşünüyor. Robert Kolej’den bahsederken laf dönüp dolaşıp Behçet Kemal Çağlar’a geliyordu. Kendisi Behçet Bey’in ona edebiyatın bir zevk olduğunu gösteren hoca olduğunu söylüyor.
Söz lisede işlenen edebiyat konularına ve okutulan kitaplara gelince, Orhan Pamuk her lise öğrencisinin Ahmet Rasim, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Ömer Seyfettin, Nazım Hikmet ve Aziz Nesin gibi önemli Türk yazarların en az bir yapıtı ile tanışmış olması gerektiğini söyledi. Lise öğrencilerine Albert Camus’un Yabancı ve Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway gibi kitaplarının okutulmasının öğrencilerin o dönemde içlerinde yaşadıkları çalkantılı dünyanın sadece onlara özgü olmadığını göstermek adına önemli olduğunu vurgulayan Pamuk, böyle kitaplar sayesinde toplum baskısının birey üzerinde yarattığı izlerin bariz bir şekilde azalacağını düşünüyor.
Robert Kolej’den mezun olan Orhan Pamuk, her ne kadar ressam olmak istese de dedesi ve babasının mühendis olmasından dolayı kendi seçimlerini yaşayamamış. Dedesi ve babası elinin çizime yatkın olmasını da göz önünde bulundurarak ona mimarlık mesleğini uygun görmüşler ve ressam olma hayallerini geride bırakarak İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi almaya başlamış. Fakat bu durum ancak üç yıl böyle devam etmiş. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni bırakarak İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik bölümü okumaya başlamış; ancak bu mesleği de hiçbir zaman yapmamış. Yirmi üç yaşından sonra kendini romancı olmaya adayan Orhan Pamuk, romancılık serüvenine 1982’de ilk eseri Cevdet Bey ve Oğulları’nın basılması ile başlamış.
“Yaşar Kemal ‘Her yazarın bir Çukurovası vardır.’ der. Peki, sizin Çukurova’nız neresi?” sorusu üzerine kendi Çukurova’sının İstanbul olduğunu söyleyen Orhan Pamuk, her yazarın belirli bir bölgeyi değiştirerek kendisine hayali bir ülke yarattığını söyledi. Kitaplarını yazarken araştırma yapmaya önem veren Orhan Pamuk, aralık ayında yayımlanan son kitabı Kafamda Bir Tuhaflık’ın en çok araştırma içeren yapıtı olduğunu belirtti. Kitabın başkahramanı Mevlut ve onun tuhaflığından yola çıkarak, kendisinin ve pek çok yazarın kafalarında susmak bilmeyen birer radyo kanalı taşıdıklarını ve sesleri takip ederek sözcüklere hükmettiklerini belirtti. Ona göre herkes, gençken bu sesi daima yanlarında taşır. Zaman içerisinde kimilerimiz bu sesleri en korunaklı kutulara sıkıştırıp kalbimizin derin sularında yok olmaya mahkûm ederiz. Kimilerimiz ise bu sesin cazibesine aldanır ve kendimizi dış dünyadan soyutlayarak o sesle baş başa yaşarız. İşte biz bu insanları deli olarak tanımlarız. Yazarlar ise, bu sesi ölene dek daima korurlar ve gerçek dünya ile bu sesi birleştirerek eserlerine yön verirler. Orhan Pamuk bu sesi kaybetmenin bir yaşlanma belirtisi olduğunu söylüyor. “Sizce yazarlar hep yalnız kişiler midir?” diye gelen bir soruya hitaben Orhan Pamuk, yalnızlığın herkese göre değişen bir kavram olduğunu, insanın büyük bir kalabalık içinde de yalnız kalabileceğini söyledi. Her yazarın yalnız olmadığını; fakat her yazarın hayatında düşüncelerine de çokça yer veren çok iyi bir gözlemci olduğunu belirtti.
Öğrenciler arasından gelen bazı sorular üzerine, edebiyatın çok zevkli bir uğraş olduğunu ve yazarlığın onu çok mutlu ettiğini söyleyen Orhan Pamuk’un ileride yazar olmak isteyenlere verdiği en önemli tavsiye ise yazma fikirlerini kendilerinden tam emin olmadan ve yapmak istediklerini deneyip de yapabildiklerini görmeden kimse ile paylaşmamaları yönünde oldu. Edebiyatın gün geçtikçe önem kazandığını; fakat Türk romancılığının dünyada iyi bir yer edinmesinin kolay olmadığını ve yıllar alacağını söyledi. Türkiye’de yazara ve ortaya koyduğu yapıta gerekli önem verilmediğinden bahseden Orhan Pamuk, edebiyatla uğraşarak Türkiye şartlarında karın doyurmanın neredeyse imkânsız olduğunu belirtti. Orhan Pamuk’un şansı ise ailesinin maddi imkânlarının güçlü oluşu ve bundan güç olarak istediği mesleği yapabilme fırsatıymış.
Yani demem o ki o yaptıysa biz de yapabiliriz. O da bizimle aynı yollardan geçti, her gün o da arkadaşları ile sohbet etti, öğretmenlerini çekiştirdi, baharın gelmesi ile kendini kampüsteki çimlerin üzerine attı, aynı sıralarda ders gördü, yanlış seçimler yaptı ve o seçimlerinin sonuçlarını yaşadı; ama inandı ve kalbinin sesini dinledi. O ses bir gün onu dünyanın pek çok yerinde bilinen, kitapları takip edilen ve Nobel Ödülü’nü kazanmaya layık bir yazar yaptı. Yeter ki inanın ve kalbinizin sesini dinleyin... Son olarak bize vakit ayırdığı ve bu keyifli söyleşi sayesinde bize kattıkları için Robert Kolej ailemizin bir ferdi olan Orhan Pamuk’a da yürekten gelen, küçük bir tebessüm ile teşekkür etmeyi unutmayın!
Melisa OĞUZ